Ajanda Türkiye

3 ahmed han

                 AHMED HAN-III





Babası.................... : Mehmet Han-IV

Annesi.................... : Gülnûş Emetullah

Doğumu.................. : 31 Aralık 1673

Vefâtı...................... : 1 Temmuz 1736

Tahta Geçişi............ : 22 Ağustos 1703

Saltanat Müddeti..... : 27 sene

Halîfelik Sırası........ : 88

Osmanlı pâdişâhlarının yirmi üçüncüsü, İslâm halîfelerinin seksen sekizincisi. Sultan dördüncü Mehmed Han’ın oğlu. Sultan İkinci Mustafa’nın kardeşidir. Râbia Gülnûş Emetullah Sultan’dan, 31 Aralık 1673 târihinde doğdu, iyi bir tahsil gördü. Son derece zekî ve akıllı idi. İlk dersini şeyh-i sultanî Mehmed Efendi’den aldı. Seyyid Feyzullah Efendi’nin yıllarca tedrisâtı altında yetişti. Bir müddet Topkapı Sarayı’nda yaşadı, sonra Edirne’de kalmaya başladı. Ağabeyi sultan İkinci Mustafa Han, 1703 senesinde Edirne’de cebecilerin çıkardığı isyân sebebiyle tahttan indirildi. Yerine üçüncü Ahmed Han’ın 22 Ağustos 1703’de pâdişâh olduğu îlân edildi. Bîat merasiminden sonra İstanbul’a gelip, hazret-i Hâlid’in türbesini ziyaret ederek âdetler uyarınca hazret-i Peygamberin (aleyhisselâm) Eyyûb Sultan’daki kılıcını kuşandı. Henüz otuz yaşlarında bulunan yeni pâdişâh, 1703 Edirne vak’asında isyânı çıkaranların elebaşlarını iyi bir siyâsetle yakalatıp teker teker cezalandırdı. Baltacı Mehmed Paşa’yı sadrâzam yaptı. Devletin iç işlerini düzeltmek için çalışmalarına başladı.

Karlofça andlaşması yeni imzalanmış olduğu için, devlet bir müddet barış içinde yaşadı. Fakat sonra umulmadık bir savaşın içine düşüldü. İsveç kralı on ikinci Şarl, arka arkaya kazandığı zaferlerle Avrupa içlerine sarkmış, Lehistan’ı ele geçirmiş, Rusya ile çatışmış ve Rus çarı Deli Petro’yu yenmişti. Fakat bir defa Ruslarla ihtiyatsızca girdiği bir savaşta yenildi ve son anda kaçarak Osmanlı topraklarına sığındı. Ruslar, Kral’ın Osmanlı topraklarından dışarı çıkarılmasını, onunla birlikte sığınan Ukrayna Kazaklarının da kendilerine teslim edilmesini istediler. Sultan Ahmed Han, bir müddettir Ruslara verilen tâvizleri geri almak için fırsat bekliyordu. Rusların bu davranışını barışın çiğnenmesi olarak yorumladı ve dîvânı toplayarak Rusya’ya harb îlân etti. 9 Nisan 1711’de Osmanlı ordusu vezîriâzam Baltacı Mehmed Paşa’nın kumandası altında Rusya seferine çıktı.

Baltacı Mehmed Paşa, Çar Petro’nun ordusunu 18 Temmuz’da Prut’ta kıstırdı ve etrafını çevirdi. Asıl niyeti bu orduyu orada hücumla imha etmekti, Fakat yeniçerilerin isteksizliği yüzünden ciddî bir taarruz yapamadı. Orduyu tekrar tekrar hücuma kaldırmayı denediysede başarılı olamadı. Rus ordusu bataklıkta kıstırılmış vaziyette bekliyordu. Çar ve komutanları tek kurtuluşun emân dileyerek barış istemekte olduğuna karar verdiler. Gönderdikleri hey’et, Baltacı Mehmed Paşa’ya, her şartı kabul edeceklerini bildirdi. Bu sırada Mehmed Paşa’nın, Rus çariçesi Katerina ile görüştüğü ve aldığı rüşvet ve hediyelerle anlaşmaya razı olduğu, tamamen iftiradır. İki taraf arasında andlaşma yapıldı; Rusya’nın Lehistan ve Ukrayna işlerine karışmaması, elinde tuttuğu Azak kalesini de Türklere bırakması karar altına alındı (Bkz. Prut Savaşı). Baltacı’ya muhalif olanlar, Rus ordusunu imha etme imkânı varken rüşvet alarak barış yaptığı gibi iftiralar öne sürüp, en sonunda onu azlettirdiler. Ruslar, önce andlaşmanın şartlarına uymak istemedi. Rusların bu davranışına çok celallenen sultan Ahmed Han, yeni sadrâzam Dâmâd Ali Paşa kumandasındaki orduyu, çar Deli Petro’nun üzerine gönderdi. Hattâ Edirne’ye kadar kendisi de ordunun başında gitti. Bunun üzerine andlaşma şartlarını yerine getireceklerini bildirdiler.

Ali Paşa çok atılgan, kabiliyetli, hırslı bir vezîriâzamdı. Karlofça andlaşmasıyla Mora yarımadası Venediklilere bırakılmıştı. Venedikliler, daha fazla toprak koparmak için fırsat kolluyordu. Karadağlıları isyâna teşvik edip, 1714’de ayaklandırdılar. Bunun üzerine sultan Ahmed Han, Ali Paşa kumandasında Mora üzerine bir sefer açtı ve Karlofça andlaşmasıyla Venediklilere geçen bütün kaleleri birer birer fethetti.

Alman İmparatorluğu, Karlofça andlaşmasına kendilerinin kefil olduğunu, yâni Venedik’ten alınan yerler iade edilmedikçe kendilerinin de barışı tanımayacağını bildirdi. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, Alman-Avusturya İmparatorluğu’na harb îlân etti. Ali Paşa ordunun başında Belgrad’dan çıkarak düşmanı Karlofça yakınlarında, Petervaradin’de karşıladı. Savaşın en kızgın zamanında, Paşa, askere cesaret vermek için elinde kılıç ön safa atılınca, bir kurşunla alnından vurularak şehîd oldu. Onun ölüm haberi ordu içinde yayılınca askerlerin maneviyâtı bozuldu ve bozgun başladı. Bu bozgundan sonra Avusturya başkumandanı prens Öjen, önce Tameşvar kalesini, sonra Belgrad’ı zaptetti. Bu savaşta başlangıçta büyük muzafferiyetler kazanan Osmanlı ordusu, hatalı bir kaç hareketi neticesinde toprak kaybına mâruz kaldı.

1718’de imzalanan Pasarofça andlaşmasıyla, Belgrad ve Semendire Avusturya’da kalmak üzere Sava nehri sınır kabul edildi. Fakat Osmanlılar, Venediklilerin Karlofça ile aldığı yerleri tekrar kazandılar.

Pasarofça andlaşmasından sonra Türkiye’de yeni bir devir, yeni bir hayat başladı. 1718’den 1730’a kadar uzayan bu devreye Osmanlılar çok sonraları Lâle Devri adını takmışlardır. Bu adın sebebi, o zamanda lâleye olan düşkünlük sebebiyledir. Sultan Ahmed Han, elli yıldır süren savaşlar sonunda yıpranan orduyu kuvvetlendirmek için uzun bir sulh dönemine ihtiyâç duyuyordu. O, bu dönemde ülke içinde huzuru sağlamak, îmâr faaliyetlerine hız vermek ve devleti maddî manevî en yüksek seviyeye çıkarmak istiyordu.

Sultan üçüncü Ahmed Han ile sadrâzam Nevşehirli Dâmâd İbrâhim Paşa, Lâle Devri’nin iki büyük simasıdır. Bunların ikisi de savaştan ziyâde barış tarafdârı olup, devletin eski şân ve şöhretli zamanlarına tekrar dönebilmesi için lüzumlu çalışmaların gerektiğine inanıyorlardı. Avrupa’da olup-bitenleri, özellikle kültür ve medeniyet bakımından yakından tâkib ettiler. Bu ilginin en büyük eseri Türkiye’ye matbaanın getirilmesi olmuştur. Matbaa ile bir yandan büyük ilim ve kültür eserleri çok sayıda basılıp dağıtılırken, bir taraftan da Pâdişâh ve Sadrâzam İstanbul’daki ilim, kültür ve san’at çevrelerini, yakından desteklemek suretiyle bu sahalarda büyük bir canlılık uyandırdılar. Yalova’da kâğıt, İstanbul’da çini ve kumaş fabrikaları açıldı. Şiirde Nedîm, zirveyi teşkîl etmek üzere edebiyat ve san’at kalabalık çevreleri içine alacak bir canlılık gösterdi. Bilhassa Kâğıthane bölgesinde inşâ edilen köşkler, bahçeler İstanbul halkının buralara dolmasına sebeb oldu. Edebiyat sahasında bilhassa şiirde, Osmanlı üslûbunun asaleti ve büyüklüğü yanında, o devirde her şeyde incelik ve zerâfet önde gelmeye başladı ve bu durum Avrupa’ya sıçradı. Pek çok Avrupalı aile, evlerinin bir köşesini Osmanlılardaki gibi döşediklerinden, Turquerie diye zevkte bir akım başladı.

İstanbul’a davet edilen, daha sonra uzun seneler Türkiye’de kalıp İstanbul’da vefât eden Comte de Bonneval (Humbaracı Ahmed Paşa), humbaracı ocağını ıslâh etmişti. İstanbul’un su ihtiyâcını te’min için bir de bend yaptırıp deryâ-yı sîm adını vermiştir.

Gerçi bu devirde de savaş bulutları ufuktan hiç eksik olmadı. İran’da Safevî hâkimiyeti son günlerini yaşıyordu. İran’a tâbi olan Dağıstan, 1722’de Türk himayesine girmek istedi ve himaye altına alındı. Sultan Ahmed Han’ın bu isteği kabul etmesinin asıl sebebi, Karadeniz’de kaybettiği hâkimiyeti, Hazar denizinde sağlamak ve Kafkasya’yı tehdîd eden Rusya’ya mâni olmaktı. Rusya, İran’daki buhrandan faydalanıp Kafkasya’yı ele geçirmek üzereydi. Pâdişâh, hudud vâlilerine emir göndererek ellerindeki kuvvetle harekete geçmelerini bildirdi. Böylece 1723 yılında başlayarak Gürcistan, Güney Azerbaycan, Lûristan, Erdelân, Kirmanşâb ve Hemedân ele geçirildi. 1725’de Türk ordusu Tebriz’e girdi; Gence, Revan (Erivan) ve Nahcivan işgal edildi. 1727’de İran şahı bir andlaşma ile bütün bu toprakları Osmanlı Devleti’ne bıraktı.

Nâdir Han’ın İran’da hâkimiyeti ele geçirmesi ile İran birliği tekrar kurulmaya başladı. 1730 yılında Osmanlı elindeki bâzı önemli İran eyâletlerini geri aldı.

İran’daki bu kötü durum, İstanbul’da Dâmâd İbrâhim Paşa’nın düşmanları için bir fırsattı. Nâdir Ali Şâh’ın faaliyetleri karşısında hükümetin uyuduğu dedikoduları yayılmaya başladı.

Sonunda İbrâhim Paşa ve pâdişâh bütün bu dedikoduların önünü almak üzere bizzat sefere çıkmaya karar verdiler. Üsküdar’a pâdişâh tuğları dikildi. Fakat işler sürüncemede kaldığı gibi, askerde de pek istek görünmüyordu. Bir gün Patrona Halil adlı bir kabadayı, etrafında topladığı otuz-kırk kadar adamla bayrak kaldırıp, “Dâvamız vardır” diye çarşıyı dolaşmaya başladı. Hükümetin muhalifleri, ya bu kalabalığa doğrudan doğruya katıldılar veya onu desteklediler. Böylece isyâncı kalabalığı gitgide büyüdü. Üsküdar’daki ordugâhtan âsîler üzerine gönderilen yeniçeriler sağa-sola dağılarak vazîfe yapmadılar. Etraf, Patrona Halil’in adamlarına kaldı. Bunlar, Pâdişâhdan bâzı ileri gelen devlet adamlarının kendilerine verilmesini istediler. Listede İbrâhim Paşa da vardı. Sultan üçüncü Ahmed, en sonunda sevgili sadrâzamının îdâmına razı oldu. Fakat zorbaların isteklerinin sonu gelmeyeceğini, kendisinin de tahttan ayrılmasını isteyeceklerini bildiği için, kendi eliyle yeğeni şehzâde Mahmûd’u tahta geçirdi, köşesine çekildi.

İsyancılar çevrelerindeki ayak takımını ayartarak İstanbul’daki zengin ve süslü hayâta olan kıskançlıklarını kabartıp, onları kendi yanlarına toplamışlardı. Serseriler alayının ilk işi Kâğıthane’deki köşkleri ve bahçeleri yıkıp, ortadan kaldırmak oldu. Sonra bir takım devlet görevlerini kendi aralarında paylaşmaya veya bunları para ile şuna buna satmaya kalktılar. Fakat devletin böyle bir kaç serseriye teslim olması elbette beklenemezdi. Bir gün Patrona Halil saraya çağrıldı, ifâdesi alındı ve öldürüldü. Ardından bütün arkadaşları birer-ikişer toplanıp temizlendiler (Bkz. Patrona isyânı).

Üçüncü Ahmed tahttan ayrıldıktan sonra altı yıl kadar yaşadı. Türk târihinde yeni bir devri, İbrâhim Paşa ile birlikte açmış olan bu kültürlü, ince zevkli, yenilikçi pâdişâhın en büyük eseri matbaa olmuştur. Sultan Ahmed Han, önceleri kitapları el yazısıyla yazıp çoğaltan ve bununla geçinen binlerce hattat ve san’atkârı korumuş, zamanında bir çok büyük kabiliyetin gelişip şöhret bulmasına yol açmıştı. Nâbi ve Nedîm, Osmânzâde Tâib ve Seyyid Vehbî gibi büyük tasavvuf şâirleri onun devrinde yaşadılar.

Yirmi yedi sene hükümdarlık yapan sultan üçüncü Ahmed Han, saltanattan çekildikten sonra ilim ve ibâdetle meşgul oldu. Altmış üç yaşında iken 1 Temmuz 1736 târihinde Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti. Yeni Câmi’de Turhan Vâlide Sultan Türbesi’ne defnedildi.

Sultan Ahmed Han, sarayda dağınık yerlerde bulunan kıymetli kitapları bir araya toplatarak, bunları koymak üzere arz odasının arkasındaki ikinci Selîm Han’a âit beyaz mermer havuzlu bahçenin yerine müstakil bir kütüphâne inşâ ettirdi. Annesi Gülnûş Emetullah Sultan için Üsküdar’da, Yeni Vâlide Câmii ve bunun yanında bir sebil, çeşme, sıbyan mektebiyle bir imâret yaptırdı. 25 Mayıs 1719’da üç dakika devam eden şiddetli zelzelede pek çok binalar, İstanbul’un surları hemen baştanbaşa yıkılmıştı, İzmit’in büyük bir kısmı ve Karamürsel’de çok tahribat meydana gelmişti. Bundan elli yedi gün sonra çıkan yangında da Kumkapı ve Gedikpaşa civarı tamamen yanmıştı. Sultan Ahmed Han, her iki âfet için de çok üzülmüş, halkının yaralarını sarmak için elinden gelen bütün imkânlarını seferber etmiş, surları yeniden yaptırmıştı.

İstanbul’da Bahçekapı’da Büyük Vâlide Hadîce Turhan Sultan Türbesi yanında ikinci kütüphâneyi, Topkapı Sarayı önüne, kendi adı ile anılan meşhur dört cepheli ve süslü çeşmeyi yaptırdı. İyi bir hattat olan sultan üçüncü Ahmed Han’ın, çeşmenin üzerine yazdığı hattı bir şaheserdir. Yine yazdığı iki Kur’ân-ı kerîm Medîne’ye, Ravda-i mutahheraya gönderilmiştir. Ayrıca, Üsküdar’da iskele meydanındaki büyük çeşmeyi, Kâğıthane’de Çağlayan önünde, şâir Nedim’in Çeşme-i nev-peydâ adını verdiği çeşmeyi yaptırdı. Ayrıca, Galatasarayı’nın tamiri ve vakıf şartlarının değiştirilmesi ile bu sarayın dışında bir câmi, Boğaziçi’nde Bebek’te diğer bir câmi ve altında bir mektep ile çeşme, Hasköy-Kasımpaşa arasında Aynalıkavak’ta köprü başında ve annesine âid olan Galata Yeni Câmii’nin güney cephesindeki avlu kapısının dışında da bir çeşme yaptırdı. Okmeydanı’nda, Fâtih Sultan Mehmed adına yapılmış olan câminin minberinin, Kızkulesi fenerinin ve 1720’de yanan Cihângir Câmii’nin tamirleri, Dolmabahçe’de sâhil yolunun kapatılarak Fındıklı-Beşiktâş yolunun arkadan geçirilmesi hep sultan üçüncü Ahmed Han’ın gayretiyle yapılmıştır.

Zamanında Nedîm, Neyli, Nâbî, Nahîfi gibi dîvân edebiyatının dev şahsiyetleri yetişti. Sultan bunları himaye ettiği gibi kendisi de Necîb mahlası ile şiir yazıyordu. Yanyalı Es’ad Efendi, Herâtlı Kâbızî Mansürîzâde Fasîhi, Haleb kâdısı İlmî Efendi, Müstercizâde Abdullah Efendi, şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi ve Nedîm gibi ilim ve fikir adamları bir araya gelip, doğu ve batı dillerinden tercümeler yapıyordu. Avrupa’da çiçek aşısı henüz bilinmez iken İstanbul’da bizzat tatbik ediliyordu. Hattâ çiçek hastalığına yakalanan pâdişâhı; ser etibbâ (baş tabib) Mehmed Efendi, tabib Süleymân Efendi ve müneccimbaşı Mehmed Efendi tedavi etmiştir. İyi bir nişancı olan üçüncü Ahmed Han, 85 adımdan tek bir atışta bir dînârı vururdu, dokuz yüz arşına ok atıp, Okmeydanı’nda adına taş diktirdiği bildirilmektedir.

Birçok defa evlenen üçüncü Ahmed Han’ın çocuklarının çoğu küçükken vefât etmişlerdir. Sâdece birinci Abdülhamîd Han ile üçüncü Mustafâ Han pâdişâh olmuştur.

Sultan Ahmed Han-III Devri Kronolojisi

17 Kasım 1703      : Edirne Vak’ası elebaşılarının tasfiyesine başlanması.

29 Aralık 1703       : Sultan İkinci Mustafa’nın vefâtı.

25 Aralık 1704       : Baltacı Mehmet Paşa’nın ilk sadrâzamlığı.

14 Aralık 1708       : Oran’ın fethi.

16 Haziran 1710    : Köprülüzâde Nûmân Paşa’nın sadrâzamlığa tâyini.

18 Ağustos 1710    : Baltacı Mehmed Paşa’nın ikinci sadrâzamlığı.

21 Temmuz 1711   : Prut savaşının kazanılmasıyla Osmanlı-Rus barış andlaşması.

10 Nisan 1712       : Şâir Nâbî’nin vefâtı.

12 Kasım 1712      : Silâhdâr Süleymân Paşa’nın sadrâzamlığa tâyini.

24 Haziran 1713    ; Ruslarla Edirne andlaşmasının imzalanması.

8 Aralık 1714 : Venediklilere karşı sefere çıkılması.

7 Haziran 1715      : İstendil adasının fethi.

22 Ağustos 1715    : Mora fethinin tamamlanması.

24 Eylül 1715 : Suda kalesinin fethi.

24 Nisan 1716       : Nemçe (Avusturya) seferinin açılması.

5 Ağustos 1716      : Osmanlı ordusunun Varadin’de bozulması ve sadrâzam Silâhdâr Ali Paşa’nın şehîd olması.

18 Ağustos 1717    : Belgrad’ın düşmesi.

9 Mayıs 1718 : Nevşehirli Dâmâd İbrâhim Paşa’nın sadrâzamlığa tâyini.

17 Temmuz 1718   : Büyük İstanbul yangını.

21 Temmuz 1718   : Pasarofça andlaşmasının imzalanması.

25 Mayıs 1719       : Üç dakika süren büyük İstanbul depremi.

21 Temmuz 1719   : İstanbul’da Gedikpaşa semtini kül eden büyük yangının çıkması.

9 Temmuz 1723     : Gürcistan’da Tiflis ve Gori’nîn fethi.

15 Ekim 1723        : Kirmanşâh’ın fethi.

6 Mayıs 1724 : Hoy kalesinin fethi.

31 Ağustos 1724    : Hemedan’ın fethi.

3 Ağustos 1725      : Tebriz’in fethi.

4 Eylül 1725  : Gence’nin fethi.

6 Eylül 1725  : Hurremâbâd’ın fethi.

16 Aralık 1727       : İbrâhim Müteferrika matbaasının işlemeye başlaması.

4 Ekim 1727  : Hemedan sulhu.

27 Temmuz 1729   : İstanbul’da büyük yangın.

28 Eylül 1730 : Patrona Halil isyânı.

2 Ekim 1730  : Sultan üçüncü Ahmed’in pâdişâhlıktan çekilmesi.

FAYDALI KİTAPLAR BASILA!

“Mektûb-i Sadrâzâmı halîfelerinden Saîd’e ve Dergâh-ı muallam müteferrikalarından İbrâhim’e (Allah ikisinin de ululuğunu artırsın) hüküm ki:

... Sanâyî işlerden basma san’atı, paranın elde edilmesi, güzel sikkeler basma ve sahîfe üzerine mühür vurulması gibi bir çeşit kitabetten ibaret ve baskı tekniğinde husule gelen kitapların ibareleri ve bir cild kitabın yazılması zahmetine karşılık, baskı tekniği ile nice bin cild kitabın meydana geleceği apaçık ortada olup, az zahmetle çok fayda sağlayan rağbet edilir bir san’at olduğunu ifâde eden güzel bir risale te’lif ve inşâ ile fazla olan menfaatlerinin bir bir sayılması ve zikri geçen bu baskı tekniğinde sizin bilginiz olmakla levazım ve masraflarını birlikte görüşüp tedârik etmeniz, saâdetli saltanat günlerinde, bu bilinmeyen san’atın, gizli rey ve kalbinizde cilveger olmasıyla, kıyamet gününe kadar bütün müslümanların hayırlı duâlarının celbine sebeb olmak için; fıkıh, tefsir, hadîs-i şerif ve kelâm kitaplarından başka, lügat, târih, tıb, hikmet ve hey’et ile buna bağlı coğrafya ve mesâlik kitaplarının basılması hususunda pâdişâhlık izin ve ruhsatımı iltimas eylemeniz ile, mezkûr risalede âlimlerin en büyüğü ve dînimizin emirlerine sıkıca sarılan, faziletli şeyhülislâm ve müftiyü’l-enâm Mevlâna Abdullah’a (Allah faziletini artırsın) gönderilip; “Basma san’atında ustalık kazanan Zeyd, lügat, hikmet, hey’et ve bunların benzeri âlet ilimlerinde te’lif olunan kitapların harf ve kelimelerinin suretlerini birer kalıba nakşedip yapraklar üzerine basmakla, bu kitapların benzerlerini elde ederim” dese, Zeyd’in bu şekilde kitap imâline başlamasına şer’an ruhsat var mıdır? diye fetva istendiğinde; “Basma san’atında mahareti olan kimse doğru bir kitabın harf ve kelimelerini bir kalıba doğru olarak nakşedip sahîfelere basmakla, az zamanda meşakkatsiz olarak, sayısız nüshalar elde edilir ve pek çok kitap ucuz fiyat ile alınıp satılır. Bir kaç âlim kimse, sureti kazınacak kitabı tashih için tâyin buyurulur ise, gayet müstahsen işlerden olur” diye fetva verilmesinden başka, mezc edilmekle adı geçen Mevlânâ Abdullah’ın mübarek fetvaları mucibince, pâdişâhâne iznim lâyık görülüp ve sureti nakşolunacak lügat, mantık, hikmet hey’et ve bunların benzeri âlet ilimlerinde teklif olunan kitaplardan sureti nakşolunacak kitapları tashih için, hakîki ulemâ ve müdekkik fâzıllardan, şer’î ilimlerde ve yüksek fenlerde ehilleri tam olan müslüman faziletli kâdılardan eski İstanbul kâdısı Mevlânâ İshak ve sabık Selanik kâdısı Mevlânâ Sâhib ile Galata eski kâdısı Mevlânâ Es’âd (faziletleri ziyâde olsun) ve büyük şeyhlerden olup, hakîkî âlimlerin önde geleni Kasımpaşa mevlevîhânesi şeyhi Mûsâ (ilmi ziyâde olsun) me’mur ve tâyin olunmuşlardır. İmdi zikrolunan lügat, mantık, hikmet ve hey’et ile bunların benzeri âlet ilimlerinde te’lif olunan kitaplardan sureti kazınacak kitapları adı geçen mevlânâlara tashih ettirdikten sonra, izah edildiği üzere bu san’atı kalabalık ile icra ederek, bu veçhile mezkûr kitapların çoğaltılmasına tam bir ciddiyet ve gayretle çalışıp ve bu san’at ile meydana gelen doğru kitap olmak üzere, ziyâde ihtimam ve zapt ile hatalı çıkmasından gayet sakınasınız ve şöyle bilesiniz. Hayır işaretine güvenesiniz. Fî evâsıt-ı Zilka’de 1139 (Temmuz başları 1727).”

ADALET KIL!

Üçüncü Ahmed Han, yeğeni birinci Mahmûd Han’a şöyle nasihat etmiştir,

Hayr endîş ol ey vücûd-ı kerîm,
Kimseye etme kendini teslîm.

Hâcet eshâbına adalet kıl,
Fukara hâline riâyet kıl.

Kimsenin inkisârını alma,
Benim ettiklerimle hem kalma.

Sana şehzâdeler emânettir,
Lâyık-ı şân olan sıyânettir.

Dâima saltanatta var olasın,
Ferr-ü-şevketle berkarâr olasın.

Eyleye bahtını küşâde Hûda,
Hayme-i ömrün ola pâ-ber-câ.

Abdi Târihi; sh. 41

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

 1) Târih-i Râşid (İstanbul-1282); cild-3, sh. 292

 2) Sicilli Osmânî; cild-1, sh. 16

 3) Hadîkat-ül-cevâmi’; cild-1, sh. 41

 4) Târih (Küçük Çelebizâde Âsıpı, İstanbul-1282)

 5) Nusretnâme (Fındıklı, Üniversite Kütüphânesi, T.Y. 5983)

 6) Tezkire (Sâlim, İstanbul-1315); sh. 52

 7) Tuhfe-i Hattâtin (Müstekimzâde, İstanbul-1928)

 8) Lâle Devri (A. Refik, İstanbul-1331)

 9) Patrona İsyânı (Münir Aktepe, İstanbul-1958)

10) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-4, kısım-1, sh. 76

11) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-4, sh. 1

12) Osmanlı Devletî Târihi (Hammer); cild-13, sh. 86

13) Büyük Türkiye Târihi; cild-6, sh. 271

14) Rehber Ansiklopedisi; cild-1, sh. 119

15) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 1033

 

Bugün 11904 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol